Faik Işık
1991-1992 Ağrı Askeri Mahkemesi.
Mahkemede sırasıyla evrakları inceliyor, duruşmalarını yapıyoruz.
Sırası gelen bir sanık mahkeme salonunda yerini aldı.
Kimlik bilgileriyle başlarken; “Türkçe bilmem Kürtçe konuşacağım” dedi.
Yazı İşleri Müdürü Necati Beyefendi, “Bu Türkçe okul mezunu, palavra söylüyor” dedi.
Hukuk, kanun unsurları değildir. O yüzden hangi kanunun kaçıncı hususu diye burada bilmişlik yaparak, hukuksal mesnet yazmaya gerek yok.
Ama duruşma tutanağındaki ilgili hususları yazdırdım.
Savcı (şimdi Emekli Hakim Albay Tuncay)
“Hayır” dedi.
Ara karar:
“Sanık sıkıntısını Kürtçe daha âlâ tabir edeceğini beyan ettiğinden…”
Bu kelamı imza altına alındı.
Yazı İşleri Müdürünü çağırıp, yanlışsız düzgün çeviri edeceğine yemin ettirdim.
Başladık duruşmaya…
Savcı kızgın.
Sanık memnun.
Yeminli tercüman Necati Beyefendi korkuyor.
Ben soruyorum, Necati Beyefendi Kürtçeye çeviriyor.
Sanık Kürtçe konuşuyor, Necati Beyefendi Kürtçeye çeviriyor.
Ben zapta yazdırıyorum.
Başka sorular soruyorum.
Necati Beyefendi Kürtçeye çeviriyor.
Sanık cevaplıyor.
Necati Beyefendi Türkçeye çeviriyor.
Ben zapta yazdırıyorum.
Arada sanık ile tercüman çeviri konusunda tartışıyor.
Böyle devam ederken bir süre sonra sanık gülmeye başlıyor…
“Bu bu türlü mi sürecek? Tercüman Türkçeye âlâ çeviremiyor. Türkçe devam etmek istiyorum” diyor.
“Olmaz” dedim.
“Yemin verdin.”
-“Ama Türkçeyi yeterli biliyorum.”
“O vakit bu bahiste yeni orta karar lazım. Yine bu cümleni imzala” dedim.
İmzaladı…
Türkçe devam ettik.
Sanık ideolojik hal koymanın mahkemeyi etkilemediğini gördü.
Tutuklama olmadı.
Suçu sabit idi.
Mahkumiyeti cüzi bir paraya çevrildi. Takside bağlandı.
Mahcup oldu.
Teşekkür etti.
Savcı da mutlu oldu.
Yazı İşleri müdürü Necati Beyefendi şaşkın ancak rahatlamıştı.
“Adaletin kaygısı lisan değil, hakikat”
Bunu öğretmek bana nasip oldu dersem palavra olur;
Bunu da bana hukuk öğretti.